top of page

Şeb-i Arus'a giden yol

  • Buket Nişel
  • 23 Ara 2016
  • 5 dakikada okunur

15 Aralık Perşembe. Urfa’da oturmuş ayıptır söylemesi içli köfte yiyoruz. Aramızdan bir arkadaş "Bu cumartesi Şeb-i Arus var, hadi buradan direk Konya'ya gidelim" diye bir fikir attı. Ben de üstüne atladım tabi fikrin. Hemen Konya’daki arkadaşları aradık. Bilet var. Otelde yer de var. Bu iş oluyor galiba? Arabayla gidelim demiştik ama Urfa-Konya yolu çok karlı imiş. O zaman uçakla gidelim dedik ama sis riski varmış. Tren biletlerine baktık, hepsi satılmış önceden. Teklifi yapan arkadaş sakata gelmeyelim diye vazgeçti.

Ama ben gaza gelmiştim bir kere. Ne zaman bir sema gösterisine gitmek istesem asıl 17 Aralık’ta Konya’dakine gitmelisin der dururdu herkes. Bilet bulmak da çok zordu normalde. Bu fırsat kaçmazdı. Bir enerji doldu içime. Cuma akşamı Urfa’dan İstanbul’a uçakla dönüp Cumartesi sabahı İstanbul’dan Konya’ya yola çıktım. Daha doğrusu yola çıktık, bu defa eşimle.

Bir arkadaş “Ben 5 saatte gitmiştim Konya’ya ” dedi diye sallana sallana çıktık yola. Şu Yandex’e bir bakalım deyince 5 saat sandığımız yolun 7,5 saat olduğunu gördük. Güzel bir soğuk sabah duşu oldu bize. "Ne olacak canım? Hiç mola vermeden dönüşümlü kullanır, yetişiriz." dedik.

Yolun sağı solu kar. Hava soğuk, hatta buz gibi. Sıcaklık göstergesi eksi dereceleri gösteriyor. Cam suyu donmadan antifriz alalım dedik. Bolu-Ankara arasındaki bir park yerine girip 15 TL’ye 5 litrelik pet şişelerinde satılan ve güya -30 dereceye kadar dayanan antifrizli su aldık ve depoyu doldurduk. 2 dakika sonra silecekleri çalıştırdığımızda su anında hem de cama ulaşamadan, havada donuverdi. Bize boyalı su satmış şerefsizler! Yediğimiz bu kazıktan dolayı, zırt pırt aracı sağa çekip, ön camı içme suyu ile temizlemek zorunda kaldık. Vaktimiz boldu ya, çok iyi oldu. Sonra aklıma geldi “Nüfus kağıdın yanında di mi?” diye soruverdim. Bir sessizlik... Şaka yapıyor olmalı herhalde? Hem de ohal ilan edilen bir dönemde. Gözlerimi kocaman açıp tam ağzıma geleni söyleyecekken, aslında biraz söylemiş de olabilirim, hatta kesin bir iki laf ettim, otobanın sağında çevirme olduğunu gördük. Ellerinde tüfekleriyle Jandarmalar yolu kesmiş. Aman ne güzel! Bizi de durdurdular. Biraz önce bıdı bıdı konuşan ben, derin bir sessizliğe büründüm. Ellerinde kocaman tüfekler, aracı arayacağız dediler. Buyurun arayın, arayın da lütfen kimlik sormayın diye içimden geçirdim. Herhalde eşim de aynı temennide bulundu ki Jandarma bagajı aradıktan sonra ne ehliyet, ne ruhsat ne de nüfus kağıdı sormadan bizi salıverdi. Sinirlerimiz bozuldu. Ağlanacak halimize gülmeye başladık.

Nihayet vardık Konya’ya . Hem de vakitlice. İlk iş “Havzan”a gittik. Havzan Konya’nın en bilindik “etli ekmek”çilerinden. Hemen “etli ekmek” ve “bıçak arası” sipariş ettik. Tercüme etmek gerekirse biri kıymalı, diğeri kuşbaşılı pide. Ama bildiğiniz pidelere benzemiyor bunlar. Bir kere boyu 100- 120 cm civarında, genişliği ise 10-15 cm. Pidesi yediğim hiçbir pideye benzemiyor. Kraker gibi çıtır çıtır.

Elle parça parça kopartıp yiyorsunuz. Üzerindeki eti seyrek ama yine de lezzetli mi lezzetli. Yanında da çörek otlu yoğurt yediniz mi oh mis. Bir de tatlıları var. Adı “saç arası”. Gerçekten de 2 saç arasında piştiği için bu adı almış. El açması yufka üzerine dökülen şurubuyla, baklavaya benzeyen ama çok daha hafif bir tatlı. Havzan’da taş fırında ısıtılıp servis yapılıyor. Oldukça başarılı.

Karnımız doydu. Biletleri almaya Konya’lı arkadaşa gittik. Biletlerin üzerinde tanımadığımız birilerinin ismi ve kimlik nosu var. Altında da kocaman “Bu bilet yalnız bilet sahibi adına geçerlidir” yazıyor. Bu kadar yol, donmuş silecek suyu macerası, jandarma korkusu… İçeri giremeyecek miydik yoksa? “Olur mu öyle şey?” dedi Konyalı arkadaş, "Hiç merak etmeyin ama şimdi çıkmamız gerek, çok kalabalık olur, geç kalmayalım”. Tören 19:00'da başlayacaktı. Biz 18:30'da Mevlana kültür merkezinin tam karşısındaki Hilton'a arabaları park ediyorduk. Bir gariplik vardı. Kültür merkezinin önü bomboştu. Nerede bu insanlar diye sorunca öğrendik ki bu sene tören burada yapılmıyormuş. Konya büyükşehir belediyesi kongre ve spor merkezinde yapılacakmış. Yine bir sessizlik... Hava -7 derece ama bir sıcaklık geçti hepimizin içinden. Apar topar arabaya geri bindik. Bizim Konyalı arkadaş da bilmiyormuş yeni açılan bu spor kompleksinin nerede olduğunu. Yoldaki bütün taksicilere sorduk. Birden acayip bir trafiğin içinde bulduk kendimizi. Hah dedik tamam, doğru yoldayız bu kadar kalabalık olduğuna göre. İyi de saat 19:00 olmuştu. Geç kalmıştık.

Arabayı resmen bir kaldırımın üzerine park edip koşmaya başladık. Hava buz, yollar buz, koşuyor muyuz kayıyor muyuz belli değil. Nihayet güvenlik girişine geldik. Daha doğrusu 1.güvenlik girişine. Her yer oldukça karanlık, "Çantanıza bakalım" dediler. İyi bakın da ne göreceksiniz ki bu karanlıkta dedim içimden. "Üzerinizi arayacağız". Peki buyurun da elle arıyorlar. Gıcık olurum elle aranmaya. Çok mu zor bir detektör almak? Neyse birinci kontrolden geçtik ve 2. güvenlik kontrole geldik. Yine aynı işlem, bu defa biraz daha ışık var, detektör yine yok. Ve 3. kontrol; bilet kontrolü. Nefesimi tuttum. Zaten geç kalmıştık ama bizimle beraber binlerce insan da geç kalmıştı. Herkes aynı anda bilet kontrole koşuyordu. Kimliğe bakacak hali kalmamıştı güvenliğin belki de hiçbir zaman bakmıyorlardı bilmiyorum. Onu da geçtik ve 4. Kontrol; nihayet detektör var, üstelik çantalar Xray’den geçiyor. İçime su serpildi. Her yerde bombaların patladığı bu kapkara günlerde güvenlik sıkı olmalıydı. Art niyetli birileri bu noktada yakalanırdı. Oh dedim.

Spor kompleksi elips şeklinde. A noktasından girdik içeri. Numaralı oturma yerimize ulaşmak için elipsin çevresinde tam bir tur atıp yeniden A noktasına gelmemiz gerekti. Koltuğumuz meğer girişin hemen yanındaymış, Sağdan değil de soldan git deseler, girer girmez oturacaktık ne güzel. Kaç km yürüdük bilmiyorum ama dilimiz damağımıza yapıştı. Ücretsiz olarak dağıtılan sulardan kana kana içtik.

Rötarlı başladı Şeb-i Arus. Önce açılış konuşmaları, sonra Ahmet Özhan konseri, çeşitli dualar ve nihayet geldi semazenler…

Şeb-i Arus yani düğün gecesi, Mevlevilikte Mevlana’nın öldüğü geceyi ifade eder. Ölüm yıldönümünü düğün gecesi diye kutlamak ne ilginç değil mi? O gece düğün gecesi çünkü Mevlana ölünce ilahi aşkına, Rabbine kavuşur. Ona göre ölmek üzücü değil, sevindirici bir olaydır ve kutlanmalıdır. İşte bu sebeple her yıl 17 Aralık’ta Mevlana’yı anmak için bu tören yapılır. Törenin en önemli parçası Semazenlerin dönmesidir. Semazenler Allah’ı anarken dönerler, kendilerinden geçerler. Burada görülen her şekil, her renk bir şeyin sembolüdür. Mesela üzerlerindeki beyaz kıyafet “tennure” saflığı ve kefeni, başlarındaki yüksek şapka “sikke” ise mezar taşını ifade eder. Dönülen yer dairevi bir alandır ve kâinatı sembolize eder. Semazenler sağdan sola, kalplerine doğru dönmeye başlar. Sağ el gökyüzüne doğru açılır Tanrı’dan gelecekleri kabul etmek için, sol el toprağa bakar Tanrıdan aldığını vermek, paylaşmak için. Semazenlerin kendinden geçişini, kurdukları dengeyi, hiç yalpalamadan hem kendi çevrelerinde hem alanın çevresinde dönüşlerini izlemek heyecan verici olduğu kadar, arka planda çalan müzikle beraber bir o kadar da huzur vericidir. Keşke spor salonunda yapmasalardı diye ortak bir görüş çıktı aramızdan. Salonun modernliği, büyüklüğü ve soğukluğu işin ruhani boyutunu biraz azaltıyordu

Tören sona erince otele döndük. Otelde Mevlana için irmik helvası ve şerbet dağıtıldı. Ruhu şad olsun, ne güzel düşünmüşler. Çelebi ailesini konuştuk helvamızı yerken. Meğer Mevlana’nın soyu tam 26 kuşaktır devam ediyormuş. Soyadı Çelebi olan bir tanıdığınız varsa bilin ki genlerinde sufilik var. Helvamızı yerken bir de Elif Şafak sohbeti açıldı. Kitabı “AşkMevlana ve Tebrizli Şems’i anlatıyordu. Kitabı okumamıştım ve çok merak ettim. İstanbul’a döndüm. Şirkette yine bir Elif Şafak sohbeti. Bu kitabı çabucak nasıl okuyabilirdim acaba? Keşke günde asgari 4 saatimi geçirdiğim trafikte, direksiyon başındayken biri bana kitap okusa... Ne güzel değerlenirdi bu ölü zaman diye düşünürken internette karşıma çıkıverdi aniden “www.seslenenkitap.com”. Bu sitede/uygulamada dinleyebileceğiniz birçok kitap var. Hatta Can Dündar gibi bazı yazarlar şahsen seslendirmiş kitaplarını. Burayı bulunca çılgına döndüm. İlk iş Elif Şafak’ın Aşk kitabını indirdim. Şu şansa bakın ki yol çalışması, Fenerbahçe stadının yollarının trafiğe kapılması gibi sebeplerden daha da uzun bir süre trafikte kaldığım için kitabı kısa sürede bitirdim. Ne ilginç değil mi? Trafikte kilitli kaldığıma sevinir oldum. Elif Şafak’a geri dönersek; kitabını okurken, pardon dinlerken duygu patlamaları yaşadım. Kitapta anlamak isteyene çok mesaj var, hem ilahi hem maddi hem de manevi. Etkilendim hem de çok etkilendim. Elif Şafak şöyle bitirmiş kitabını “Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde" Ne güzel anlatmış Aşk’ı. Eline sağlık, daha ne diyeyim?

Sevgiyle kalın,

Comments


© 2016 by Buket Başer Nişel

bottom of page