Antakya: Medeniyetler sofrası
- Buket Nişel
- 14 Nis 2017
- 4 dakikada okunur

"Söz veriyorum künefe, irmik helvası ve humustan makul ölçülerde yiyeceğim; geziye katılamayan arkadaşlarımın haklarına el sürmeyeceğim; kapı gıcırtısına dans etmeyeceğim. Yeter ki uçak sağ salim insin yere!" Hatay'a inerken öyle bir sarsıldık ki o anda kendi kendime verdiğim sözler böyleydi işte. Yolcuların arasında böbrek taşı, kumu filan olan varsa kesin dökmüştür, o derece!
Hatay havaalanının bulunduğu bölgeyi “fevkalade!” seçmişler. Uçak piste inmek için bir rüzgâr koridorunun içinden geçmek durumunda kalıyor ve o anda sıkı bir sarsıntı geçiriyorsunuz, tabii bir de inemeyip birkaç tur atmak durumunda kalan pilotlar var. Biz ilk denemede inen şanslı gruptandık. Bu Hatay’a sıklıkla gidenlerin, pilotların alıştığı bir durummuş, biz de abartmamalıymışız. O yüzden o kadar çok söz vermeme de gerek yokmuş. Durumun normal kabul edilmesinin hemen ardından verdiğim tüm sözleri bozuverdim. Siz yine de “ben korkarım” diyorsanız, uçakla Adana’ya inip oradan arabayla Hatay’a gelmenizi öneririm.
Öncelikle yaygın olarak yanlış bilinen bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Antakya Hatay’ın diğer adı değil. Antakya, İskenderun gibi Hatay iline bağlı bir ilçe sadece. Hatay’a Antakya denmesi o kadar yaygın bir durum ki adamlar otoyol tabelasında bile Hatay (Antakya ) yazmışlar. Bu da Türkiye’deki tek örnektir herhalde. Kocaeli (Gebze) ya da Sakarya (Adapazarı) ya da İstanbul (Kadıköy) yazmak gibi bir şey…
“Antakya” deyince akla ilk gelen bölgenin leziz yemekleri oluyor kuşkusuz. 28 kişilik bizim ekibin de öyleydi. Günlerdir rüyalarımıza giren yemekleri yiyeceğimiz için müthiş heyecanlıydık. Uçak sarsıntısı da iştahımızdan hiçbir şey azaltmamıştı, ilk durağımız “Konak Restoran” oldu. Yüksek tavanlı, iç avlulu, onlarca odası olan eski bir Hatay evini restorana dönüştürmüşler. Mekân şahane, yemekler de çok başarılıydı. Antakya’da her öğünde mutlaka yenilmesi gerekenler var. Bunlar “Zahter salatası, zeytinyağlı humus ve zeytin”. Humusu zeytinyağlı soğuk yiyebileceğiniz gibi, sıcak ve tereyağlı da sipariş edebiliyorsunuz. Bu olmazsa olmaz üçlünün yanında seçmeli olarak alabileceğiniz birbirinden lezzetli mezeler var. Bölgenin yeşillikleri ve muhteşem nar ekşisi ile yapılmış “Antakya Usulü Kısır”, maydanoz, limon ve tahinle yapılan “Antakya Usülü Tarator”, bakla ezmesi (kahvaltıda tercih ediliyor), yoğrulmuş bulgur üzerinde pişmiş kıyma ile gelen “Antakya Usulü Çiğ Köfte” ve çökelek salatasının da mutlaka tadına bakmanız gerekiyor. Yemek olarak dev içli köfteye benzeyen” Oruk Kebabı”, “Tepsi Kebabı”, “Kağıt Kebabı” ve “Antakya Usulü Döner”i detavsiye ediyorum. Tatlı olarak tabii ki künefe veya kireçte çıtır kabak tatlısı veya peynirli irmik helvası, üzerine de çifte kavrulmuş Hatay kahvesi içtiniz mi yazıyorum buraya içki içmeden bile çakır keyif olursunuz.

Akşam yemeğimiz “Anadolu Restoran” daydı. Yemekler yine çok başarılıydı ama bu yemeği asıl özel kılan “Züher Bulgurcu” oldu. Aslen Antakyalı olan Züher Bulgurcu, yıllardır der ki “Biz Antakyalılar hanımlarımıza künefe ve kebap yaptırmayız, bu yemekleri kendimiz yapmaktan müthiş keyif alırız.” Biri bana “Çok güzel yemek yaparım!” derse, klasik cevabım “İnanmam, yap da görelim!” şeklinde olur. Dolayısıyla Züher Bey’den de yıllardır bana künefe yapmasını bekler dururdum. Biz aramızda “Beyler bu yemekleri hanımlardan daha mı iyi yapar?” diye tartışırken, Züher Bey tüm künefe malzemelerini yemek yediğimiz odanın ortasına getirtip kolları sıvadı. Tepsi önce tereyağıyla sıvandı; alta bir kat künefe kadayıfı, araya tuzsuz künefe peyniri, üstüne bir kat kadayıfı yayıverdi. Hepimiz çevresini sardık, pür dikkat izliyoruz. Künefenin altı piştikten sonra sıra şov zamanına geldi. Dev tepsideki künefe havada çevrilecek. Züher Bey önce hafif yan çiziyormuş gibi yaptı. Yok 3 yıldır hiç tepsi çevirmiyormuş, yok yorgunmuş, yok ya o künefe başına geçerseymiş… Alkışlar, tezahüratlar, patlayan flaşlar arasında yaptı valla! Koskoca bir tepsi künefeyi havaya fırlatıp döndürdü. Bu döndürme işlemini yapması için o kadar ısrar etmiştim ki ona, yüreğim ağzıma geldi ama muhteşem bir şekilde başardı! Hele ki tadı… Tartışmasız, hayatımda yediğim en güzel künefeydi, ellerine sağlık.
Antakya’da bir sürü şey öğrendim. Mesela bu kadar çok zıplayabildiğimi bilmiyordum. Kesin o künefenin içine Redbull koydular, başka bir açıklaması olamaz. Ekibin büyük çoğunluğu, gece yarısını geçtiği halde %100 şarjlı olarak, Antakya sokaklarında müzik sesini takip edip dalıverdik önümüze çıkan ilk bara. Barın adı "Cabaret Club" idi. İçeri nasıl girdiysek artık, sahnedeki solist bizi gösterip "bu ne enerji?!" diye haykırıverdi. Grup “Yeni Yetme” baktı ki bizim ekipte iş var, ardı ardına çaldığı parçalarla zıplattı hepimizi. Bir ara sözlerini bilmediği Metallica'nın “Nothing Else Matters"ını kürdili hicazkar makamında cep telefonundan kopya çekerek söylüyordu ki biz de solist de koptuk o noktada. Gecenin sonunda mekândaki tüm Hataylı gençler bağıra çağıra İzmir Marşı söylemeye başladı. Gözlerimiz doldu o coşku karşısında.

Antakya'ya sadece yemek için giderseniz hayli şaşıracaksınız görecekleriniz karşısında. Burası tam anlamıyla bir medeniyetler buluşma noktası. İlk yerleşim yaklaşık 40.000 yıl önce olmuş bölgeye. Yapılan kazılarda çıkartılan deniz kabuğundan yapılmış kolyeleri görünce çok güldüm. O günkü koşullarda bile süsünü püsünü düşünüyormuş Homo Sapiens’ler… İnsanın doğasında, ruhunda var demek bu süslenme ihtiyacı. 40 bin yıldır Romalılardan Bizans’a, Mısırlılardan Osmanlıya tam 15 büyük medeniyet geçmiş bu topraklardan. Her biri bir iz bırakmış. Antakya’nın altı kat kat bir arkeoloji müzesi. Antakya halkı salata dikmek için toprağı kazınca bile altından mozaikler çıkıyormuş. Hatay Müzesi’nde bu mozaiklerin çoğunu görmek mümkün. Müzede, 5-6 yaşlarında bir çocuk pür dikkat bütün vitrinleri inceliyordu. Annesi gururla “oğlum tarihi eserlere meraklıdır” dedi. İtiraf ediyorum, kıskandım. Benimkiler müzede olsa olsa “Ipad” oynar. Aradan iki dakika geçmeden küçük çocuk geri geldi. “Anneee, tablet nerede?” diye sordu. Rehber az önce kazılarda bulunan ilk tableti anlatıyordu, meğer ufaklık tablet peşindeymiş. Babası taş tableti gösterince bütün ilgisi dağıldı. “Oh be!” dedim içimden “o da tablet peşinde normal bir çocukmuş.”
1918-1936 arası İskenderun sancağı (Hatay) ve Suriye Fransızların işgali altındaymış. 1936’da Fransızlar Suriye’yi özgür bırakmış ama Hatay ortada kalmış. İşte şimdi geliyorum Hatay halkının Mustafa Kemal’e olan aşkının sebebine: Atatürk, 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini istemiş. Atatürk, Hatay için “benim şahsi davamdır” demiş ve özgürlüğü için mücadele etmiş. Hatay, 1937 yılında özgürlüğüne kavuşmuş; bir yıl sonra da Hatay Cumhuriyeti kurulmuş. İşin en duygulandıran kısmı da 1939 yılında Hatay halkının oylama yaparak kendi istekleri ile Türkiye’ye katılmaya karar vermesi olmuş.

Antakya’da bir sokakta Araplar, Suriyeliler, yardıma muhtaç fakir insanlar, her şey kırık dökük, arı gibi çalışan UNESCO görevlileri… Başka bir sokakta, yüksek tavanlı taş evler, her köşeden yükselen müzik ve kadeh sesleri, enerjik, mutlu insanlar… Başka bir tarafta dericilikle geçinen Afgan mülteciler, Türkmenler, Ermeniler, Çerkezler; Sünniler, Aleviler, Ortodokslar… Hatay’ın her şeyi “Amanos Dağları”, hem bereketi hem de laneti, PKK barınağı… Sabah kahvenizi çan sesleri eşliğinde yudumlarken sadece 40-50 km ötede yüzlerce insanın öldürüldüğünü bilmek…
Sadece Gastro gezisi için gitmeyi düşünenlere yazıyorum “Duygu seline hazırlıklı olun, sizi alt üst edecek çok şey var Antakya’da.”
Sevgiyle kalın,
Comments